3 Mayıs 2007 Perşembe

zakynthos

şimdi bana diyeceksiniz ki onca güzel koyumuz var oraları gezsene önce? arkadaşım gezdim, çoğunu gezdim. ama ben burayı istiyorum. var mı dahası? burayı istiyorum; canım kardeşim. burayı istiyorum aybalam. burayı istiyorum ciğerim; burayı...
zakynthos... iyon adaları. yunanistan ve italya arasındaki iç denizdedirler (iyon denizi). doğa harikasıdırlar. adamı hayallere daldırırlar. dırırlar. dirirler. burası da o adacığın o caaanım adacığın meşhur "gemibatığı koyu". allahım, bana sıhhatimi bağışla biraz da para kazanmamı sağla. sağla ki şu gençliğimde bir göreyim şuraları. sereyim postu kızgın kumlarına. hayranlıktan maymuna döneyim. şaşı bak şaşır olayım.

amin.



okuma denen illet

okumak dünyanın en zahmetsiz eylemlerinden biridir. çoğu edebi eser de, tıpkı gazeteler veya aylık dergiler gibi bu "zahmetsizliği" sürdürür. bu yönüyle çekirdek çitlemeye benzer okumak. avucundaki biter ve önünde birikmiş çöpü "eski gaste"ye sarar, atarsın...

kişi elbette düşünür bu eylem sırasında, ama asla zihinsel sınırlarını zorlamaya çalışmaz. okuma eylemi bittikten sonra kolaylıkla günlük alışkanlıklarına döner... tv'yi açar, nete girer, kıçını kaşır, telefon eder. şanslı olanlar için hayat böyle sürer. şansız olanlar ise her yeni okumada biraz daha fazla çaba sarfetmek zorunda kalırlar. çünkü hayatlarında bir fırtına gibi esen tatminsizlik, oraya da el atmıştır. hep "daha gerçek olanı" arama isteği bir tutkuya dönüşmüştür. iyi kötü bir dolu yazı arasında bata çıka ilerlerler. "zahmetsizlik" yavaş yavaş zahmete dönüşür.

burada talih bir kere daha güler bazılarına. bu ademoğulları yarı aydınlanmış eksik ama mutlu insanlar olarak yaşamlarına devam ederler. okuduktan sonra yine kıçlarını kaşır, yine tv seyrederler; ama beyinlerinin bir köşesinde kısa sürede olsa bir kaç soru işareti kalır. sonra izlemeye değer bir program bulunduğunda onlar da uçar gider...

talihin gülmediği zavallılar içinse yolculuk yeni başlamaktadır.

önce bir "kumarbaz" la tanışılır. bu adam parasız kaldığı için ev sahibesini nacakla doğrayan bir öğrenciden, karaciğeri hasta bir toplum düşmanından bahsetmektedir. sonra tüberkülozlu bir devlet memuruyla: bu adam da böceğe dönüşen pazarlamacılardan, sebebi hiçbir zaman öğrenilemeyen davalardan, kimsenin girmeye cesaret edemediği şatolardan bahsetmektedir. sonra sürekli viski içen bir adam çıkagelir; annelerinin cenazesini memleketine gömmeye götüren güneyli bir aileden bahseder. bu üç adamın anlattıklarını pür dikkat dinlemekte olan okuru gören başka başkaları da toplanır başına. onlar da anlatmaya çalışır kendilerini. kimi afrikada izini kaybettirmiş fildişi tüccarlarından, kimi yürekburgusundan, kimi de göğü yırtan makinelerden bahseder. biri diğerini çağırır. diğeri öbürünü çağırır. sonunda okur hiçbir zaman yarıp içinden çıkamayacağı bir güruhun içinde bulur kendini..

ve onları dinledikten sonra kolay kolay hayata dönemez. herşey yavan gelir. herşey anlamsız... bakar ama göremez. dinler ama duyamaz. karnı ağrır. beyni uyuşur. ilaç alır fayda etmez. uyumaya çalışır uyuyamaz. kendisinden başka kimsenin göremediği şeyler görmeye başlar. bu gördüklerini, nafile, birilerine anlatmaya çabalar. anlatamaz.

sonunda bir kalem ve temiz bir kağıt alır eline...