Catania’nın ara sokaklarındaki balık halinde şarap içerek başladığım seyahat, Edinburgh’un kıç donduran soğuğunda cep viskimi diplememle son buldu.
Uzun seyahatimde, internet erişimimin kısıtlı olduğu son on gün içinde iki haber aldım; sadece iki haber. Robin Williams, balıkçı kralım, bir sabah kalktı ve evrenin her gün her birimize bıkmadan usanmadan sorduğu o soruya, “yaşamaya devam etmek istiyor musunuz?” sorusuna, ilk kez içten bir şekilde “hayır” dedi. Sonra Süleyman Abim, fitbolün beyefendi yıllarından kalan o son afilli adam, çocukluğumun Beşiktaşının arkasındaki o kolormatik gözlüklü sustalı bıyıklı abi “benden bu kadar” dedi… Ülkeye
epey buruk döndüm.
Yolculuğum boyunca cataina-taormina-cefalu-palerm
Gelelim satır başlarına:
Sicilya’ya bir hafta yetmedi; tadı damağımda kaldı. İnsanları on numara. Müthiş bir kültür. Tekrar gidilecek. Anlatacak çok şey, yüklenecek çok fotoğraf var. Ulan yazarken bile gülümsüyorum.
Sardinya, Sicilya sonrası biraz üzdü. Katalan kökenli bu adanın insanlarını pek sevmedim. Ama sahilleri doğası on numara. Güzel anılar bıraktı neticede.
Samos, pek sevdiğim Yunan komşularımın toprağına ilk adım atışım. 39 derecede içtiğim uzo ve sonrasında katettiğim şahane Vathi-Karlovasi rotası ile hatırlayacağım.
Mikanos mide bulandırdı, “turiste hayır” dedirtti; ama o güzel sokakları işi kurtardı biraz. Ya lan, ben… neyse…
Naxos, leş ergen turistlere maruz kalmadan yerel yunan kültürünü doya doya yaşadığım cennet. Harika bir ada; Cyclades’i tekrar ziyaret edecek olma nedenim. Kastro’nun tavernasındaki o yemekler, plaka plajı, kaybolup durduğumuz o güzel sokaklar… Yamas vre komşi. Bu arada Yunanistan’ın genel olarak balık mutfağından pek memnun kalmadığımı söylemem gerek. Biz daha kıralını yapıyoruz. Bir de insanlarından çok şey bekledim sanırım; o arzuladığım bağı kuramadım bir türlü. Sicilyalılar ve İrlandalılar en gözde iki halkım halihazırda.
Dublin… Boş verelim Dublin’i şimdi İrlandalılardan bahsedelim; İrlandalılar deli. Ama böyle tam tadında deliler. Şahane barları var, O’Hara’s adında bir biraları var ki ömrümde içtiğim en lezzetli ale. Guinness falan hava civa yanında. Kırsalı şahane. Müthiş doğa.
Londra, dolu dolu aksiyonla ölümüne yorularak gezdiğimiz lanet kalabalık büyük şehir… Kral Lear ile, Blues Kitchen’daki harika New Orleans Blues’u ile, Camden ile, sıcak ale biraları ile hatırlayacağım seni.
Edinburgh hayatımda gezdiğim en değişik şehirlerden biri olabilir. Bence o karanlık o eski sokaklarda, o korkunç geçitlerde hala Mr.Hyde dolaşıyor. Valla bak. Bir de çok soğuk lan ağustos ayında 7 derece mi olur adam mı yiyonuz.
Ve İskoç Highland’leri… Tarifi na-mümkün doğa cenneti. Of of of. Bir daha üç of.
Dur ben gidip şu fotoğraflara bir daha bakayım.
Selametle
Not: Her şehir hakkında detaylı gönderilerde bulunacağız