21 Ocak 2008 Pazartesi

wristcutters : a love story

Geçtiğimiz yılın sevilen bağımsız filmlerinden biriydi bu film. Little miss sunshine, me and you and everyone we know ile aynı dönemde izleme şansım olmuştu.




Goran Dukic yönetmiş filmi. Bir takım insanlar oynamış. Başroldeki oyuncu- Patrick Fugit - çok kayda değer değil gibi. Evet, Shannyn Sossamon tatlı bir kız. Esas işi götüren Eugene rolündeki Shea Whigham. En hoş sürpriz de Tom Waits... Abimiz yaşına başına aldırış etmeden, ki allah uzun ömür versin, bir veteran gerilla tadında filmlere dahil olmaya devam ediyor. Helal sana...

Anton Corbijn'in merceğinden Tom Waits



Güzel başlayan filmler vardır; izleyiciyi, zorlamadan tatlı tatlı bir anda sarıp içine alıverirler. Wristcutters da böyle bir film. Ferah, acelesi yok. Seyirciyle meselesi de yok. Kafası rahat. Tavsiyem siz de rahat olun izlerken. Pek birşey beklemeyin. Yaratılan dünyanın orjinalliğine gülümseyin, Eugene’i sevin, hatundan hoşlanın. Zira bir başyapıt falan yok önünüzde. Sonu da dahil, epey kestirilebilir bir film bu. Sürpriz bir son yaratacağım diye bir derdi de yok. Dedik ya zaten kafası rahat diye...

Ama şunu da unutmayın; bu filmi unutamayacaksınız. Yok yok büyük konuşmayayım unutamayabilirsiniz diyeyim.




Filme ruhunu üfleyen, Gogol Bordello hiç şüphesiz. Grubun “öteki adamı” anlatan göçebe müziği, herkesin “göçmen” olduğu bir dünyada geçen bu naif filmin bir anlam kazanmasını sağlıyor. Eugene’nin “alengirli” arabasında her Through the roof’ n ’underground* çaldığında aynı güzel şeyleri hissediyorsunuz.



Eugene Hütz New York maaallelerinde...


Film, grupla ilişkisini hiç saklamıyor zaten. Eugene, adını, “off” olmadan önce yaptığı müziği ve kaytan bıyıklarını Gogol Bordello’nun “herbirşeyi” Eugene Hütz’den alıyor. Hatta başrolde Hütz oynuyormuş gibi hissedeceksiniz. Burada Shea Whigham’ın hakkını teslim etmek lazım; gerçekten başarılı bir karakter oyuncusu.



Bu arada bizim müthiş film dağıtım şirketlerimiz filmi ülkemize getirseydi kesin "kessen acımaz" adıyla yayınlarlardı...


* : 2002 - Gogol Bordello albümü Multi Contra Culti vs Irony

14 Ocak 2008 Pazartesi

television - marquee moon



1973 yılında, 25 yaşlarında dört adam – Tom Verlaine, Richard Lloyd, Fred Smith ve Billy Ficca - New York’da bir grup kurarlar. Bundan dört yıl sonra da müzik tarihinin en iyi, punk hareketinin de en derin albümlerinden birini icra ederler: Marquee Moon.




Albümü dönemin punk müziği içinde apayrı bir yere taşıyan, şüphesiz Verlaine ve Lloyd’un birer gitar virtüözü olmalarıdır. Diğer punk gruplarında ise grup üyelerinin çoğu enstruman çalmayı grup kurulduktan sonra öğrenmişlerdir.


Verlaine ve Lloyd sahip oldukları bu yetenekleri, özellikle de döneme göre çığır açıcı gitar soloları, entellektüel kişiliklerinin doğal bir sonucu olan derin şarkı sözleriyle de birleşince, müzikal açıdan son derece zengin ve özgün parçalar yapabilmişlerdir.

Bu parçalar, dönemin iki satırlık el bombası tadındaki haldır huldur punk şarkıları arasında birer sanat eseri olarak dururlar. Punk fırtınasını küçümsediğim falan sanılmasın, bilakis hastasıyımdır bu çocukların. Amacım Marquee Moon ve Television’ın neden birer efsaneye dönüştüğünü, neden büyük olduklarını ifade etmek yanlızca...


Albüm, Television’ın The Cure, Blondie – ki birlikte turneye çıkmışlardır- , Talking Heads gibi New Wave akımını oluşturan gruplarla beraber anılmasını sağlar. Ama grup bu sükseli çıkışın ardını getiremez. Marquee Moon, grubun altın işlemeli paha biçilemez silahından çıkan tek bir kurşundur. Bu kurşun günümüze kadar ulaşmış ve bugünkü New York müziğini şekillendiren ana unsurlardan birini oluşturmuştur. Rapture, The Strokes gibi yeni yetmeler eşsiz birer kar tanesi değildir yani...


Gruba ismini veren, ünlü punk ikonu Richard Hell’in ilk 45’lik çıktıktan sonra gruptan ayrıldığını da bir not olarak düşelim. Grup ile arasında Syd-Pink Floyd gibi bir ilişki olduğunu sanmıyorum ama Hell’in gruptaki bazı şeyleri şekillendirdiğini de göz ardı etmemek lazım.

Selametle...



10 Ocak 2008 Perşembe

max ernst - Une Semaine de Bonté

Max Ernst Beyefendi'nin 1934'de yayınlanan Une Semaine de Bonté - Merhamet Haftası adlı resimli romanı (graphic novel der buna Britanya'lılar) ayrı ayrı kitapçıklar halinde yayınlanmış -pazartesi, salı, çarşamba...- çizimlerinden oluşur. Aşağıdaki resimler bu romandan alınmıştır.



Bu çığır açıcı Alman'ı en iyi anlatan öykü belki de en bilinenidir. Yeni yetme zamanlarında evlerinin bahçesinin kusursuz bir resmini yapar. Resmin gerçeğinden tek farkı ortadaki ağacın dallarından birinin olmamasıdır. Bu durum kendisine hatırlatıldığında Ernst resmine bir dal eklemek yerine gidip bahçedeki ağacın dalını keser...



Otobiyografisinde Birinci Dünya Savaşı'na katıldığı tarihi "öldüğüm gün" olarak belirtir.


1920'lerde düzenlediği bir serginin girişinde, küçük katalogların yanında birer tane de balta dağıtır konuklarına ve sergideki eserleri gönül rahatlığıyla parçalayabileceklerini belirtir. Bitirilmiş, sunulmuş hiçbir şeyi kabul etmemeyi, onları yıkıp değiştirme özgürlüğünü sokar şaşkın konukların gözüne gözüne...


Seni gidi Dadaist, Sürrealist, allahsız Max seni. Toprağın bol olsun...

6 Ocak 2008 Pazar

as livorno calcio


Bir liman şehri olan Livorno'nun, liman işçilerinin kurduğu sol cenahtan bir futbol takımı...

Çocuklar her maç tribünlerde, sol kolları hep havada. Ellerinde kıpkızıl bayraklar, dillerinde l'internazionale...Endüstriyel futbola karşı dimdik ayaktalar.



3 Ocak 2008 Perşembe

in the mood for love - Fa yeung nin wa



bir filmden ziyade, muhteşem bir müzik (yumeji's theme) eşliğinde gözünüzün önünden ağır ağır geçen christopher doyle fotoğrafları...

inanılmaz...

christopher doyle hakkında ayrıntılı bir yazıyı pek yakında kaleme alacağım.

ışık falan sizinle olsun.