11 Şubat 2011 Cuma

cem dizdar: futbolda ‘dil yarası’!




Futbolda ‘dil yarası’!

Bilen bilir, birçok şey olmamın yanı sıra aynı zamanda Beşiktaşlıyımdır. Beşiktaşlı olma fikri, tıpkı âşık olduğumda kendimi beğenmem gibi her daim iyi gelmiştir bana. Kazanan/kaybeden, yenen/yenilenden ırak, bizatihi Beşiktaşlı olmak...
Lâkin biz Beşiktaşlılar bu bahiste sık sık ‘dilin gadrine’de uğrarız. Adımıza konuştuğunu iddia edenler, bizi utandırmaktan geri durmazlar.
“Gerekirse hakem odası basmanın âlâsını yaparız” diyen yönetici Serdal Adalı misali! Geçmişte de Başkan Demirören “PAF takımıyla çıkarız” derdi.
Bu boş diklenmeler kalenderliği, ağırbaşlılığı, efendiliği temsil ettiğini düşündüğümüz, en azından öyle olmasını dilediğimiz Beşiktaş algısını sıradanlaştırırken, bizim payımıza da hicap düşüyor.
Ne böyle bir şey yapmak, ne söylemek, ne de aklına getirmek... Hiçbiri Beşiktaşlıya yakışmaz...
Öte yandan bu ‘dil’ açıkça suç da işliyor. Meşale yakan taraftara işletilen hali hazırdaki ‘sporda şiddet yasası’, nedense ağzına geleni söyleme özgürlüğü olduğunu düşünen yöneticilere nadiren uygulanıyor. Eldeki yasayı işlet(e)meyenler bir yandan da yeni yasa peşinde koşuyorlar. Anlayacağınız, hukuk yine ‘kurbanları’ cezalandırmak üzere revize ediliyor!

‘Takım hakkını savunmak’!
Hepimizi hor gören, mahcup eden bu yönetici dili ‘hakkımızı savunma’ maskesiyle gizliyor marifetini. Oysa bizim hakkımız, tuttuğu takım için tribüne giden başka takım taraftarlarının hakkıyla eşit. Bizi bir ‘çete’nin Beşiktaş aleyhine örgütlendiğine ve bunun için de hakemleri kullandığına ikna etmeye çalışıyorlar. Burası Türkiye, elbette tür dolaplar dönüyor olabilir. Ama bu denli kesin ifadeler için veri de olması gerekmiyor mu?
Daha yakın zamanda Galatasaraylı yöneticiler de aynı ‘çete’nin varlığından şikâyet edip, “MHK ayağını denk alsın” türü uyarılarda bulunmadılar mı?
Fenerbahçe’nin hocası Aykut Kocaman, ilk devrenin sonunda söz etmedi mi ‘hakem çetesi’nden, Trabzon lehine verilen penaltılardan. Aziz Yıldırım’ın hışmından korumak için hakem odası kapısına sivil polisler dikildiğini okumadık mı haberlerden?
Bunlar bu ülkede şaşırdığımız şeyler değil artık. Üç gün sonra aynı şikâyeti takımı maç kaybetmiş her yöneticiden duyduğumuzda da şaşırmayacağız. Netice itibarıyla bu tamamen bir ‘maskeleme faaliyeti.’ Yönetime gelecek eleştiri şimşeklerini yakındaki caminin paratonerine yönlendirme gayreti...
Örneğin Serdal Adalı, orta sınıf bir Brezilyalı forvetin kaçırmayacağı golü kaçıran Nobre üzerine konuşmaz... Ya da Emenike’nin pozisyonunda penaltı çalınıp kaleci Hakan Arıkan’ın atılması durumunda, şikâyet edilen bütün pozisyonların hiç gerçekleşmeme ihtimalinden söz etmez...
Bir duruma itiraz etmenin bin bir yolu vardır. Ama doğrusu akılcı ve kabul edilebilir ifadeleri bulmaktır. Ya da konuştuğu kadar sustuğunda da murad ettiğini anlatabilmektir...

‘Temizlenene kadar kadroya alınmasın!
Bir avcı titizliğiyle aradığı rakibini iki kere kıstırıp tekmelemeye uğraştı Emre Belözoğlu sahada. Hakem ikincide çekti ‘kırmızı kartı’, gönderdi duşa.
Kimse anlamadı neden yaptığını, öfkesinin kime olduğunu...
Fatih Terim döneminde basın tribününe kol hareketi çeken, Kadıköy’deki olaylı İsviçre maçında rakip takıma kafa göz dalmaya giden ekibin arasında olan Belözoğlu’nu hiçbir şey olmamış gibi sineye çekti bu ülke. Şimdi kimileri “Olmadı kaptan” diye şaşırmış görünüyor.
Evet, Belözoğlu bu memleketin topa en iyi vuran oyuncularından. Ancak oyunu ‘kirleten birinin’ sırf başarı uğruna bu denli baş tacı edilmesi hayatta karşı çıkılması gereken diğer acımasızlıkların boy vermesine de yaramıyor mu sizce?
Hatırlayan hatırlar, sezonun ilk devresinde Manchester City’de oynayan Hollandalı De Jong, Newcastle United’lı Hatem Ben Arfa’nın ayağını kırmıştı. Hollanda Milli Teknik Direktörü Bert Van Marwijk de, ‘gereksiz ve vahşice’ davrandığını belirttiği De Jong’u milli takımdan çıkartırken Cruyff da futbolcudan ‘oyununu temizlemesi’ni istemişti.
Sizi bilmem ama ‘oyununu temizleyene’ kadar Emre Belözoğlu’nun milli takıma alınmasına gönlüm razı gelmiyor. Onsuz kaybedeceğimiz şeyler varsa da kazanacaklarımız daha kıymetli diye düşünüyorum.

Hatamla sev beni!
Beşiktaş-Karabük maçında kamera topun çizgiyi geçtiğini ayan beyan gösterince, ‘elektronik kale çizgisi’ taraftarlarını yine heyecan bastı. ‘Futbol tüccarları’ teknolojinin yanılmazlığını kullanaarak oyunu endüstrinin boyunduruğuna tamamen bağlamak için bir koz daha yakaladı.
Yakında “Topa çip, krampona kamera, şorta, formaya dokunmatik faul algılayıcı” isterlerse hiç şaşırmayın.
Golü kutsal kılıp, futbolun etrafındaki parayı artırmak için ‘hata’ diye bildikleri en insani şeyleri yok etmek istiyorlar. Oysa ne büyük sözdür Orhan Gencebay’ın ki; “Hatasız kul olmaz / Hatamla sev beni...”
Çünkü ‘hata’ futboldaki adaletsiz dağılımı, eşitsizliği, dengesizliği dengelemek için, bu oyunu insanın oynadığını hatırlatmak için hayatın bize sunduğu en doğal olanaktır...


*: Yazı bugünkü milliyetten



Hiç yorum yok: