okumak dünyanın en zahmetsiz eylemlerinden biridir. çoğu edebi eser de, tıpkı gazeteler veya aylık dergiler gibi bu "zahmetsizliği" sürdürür. bu yönüyle çekirdek çitlemeye benzer okumak. avucundaki biter ve önünde birikmiş çöpü "eski gaste"ye sarar, atarsın...
kişi elbette düşünür bu eylem sırasında, ama asla zihinsel sınırlarını zorlamaya çalışmaz. okuma eylemi bittikten sonra kolaylıkla günlük alışkanlıklarına döner... tv'yi açar, nete girer, kıçını kaşır, telefon eder. şanslı olanlar için hayat böyle sürer. şansız olanlar ise her yeni okumada biraz daha fazla çaba sarfetmek zorunda kalırlar. çünkü hayatlarında bir fırtına gibi esen tatminsizlik, oraya da el atmıştır. hep "daha gerçek olanı" arama isteği bir tutkuya dönüşmüştür. iyi kötü bir dolu yazı arasında bata çıka ilerlerler. "zahmetsizlik" yavaş yavaş zahmete dönüşür.
burada talih bir kere daha güler bazılarına. bu ademoğulları yarı aydınlanmış eksik ama mutlu insanlar olarak yaşamlarına devam ederler. okuduktan sonra yine kıçlarını kaşır, yine tv seyrederler; ama beyinlerinin bir köşesinde kısa sürede olsa bir kaç soru işareti kalır. sonra izlemeye değer bir program bulunduğunda onlar da uçar gider...
talihin gülmediği zavallılar içinse yolculuk yeni başlamaktadır.
önce bir "kumarbaz" la tanışılır. bu adam parasız kaldığı için ev sahibesini nacakla doğrayan bir öğrenciden, karaciğeri hasta bir toplum düşmanından bahsetmektedir. sonra tüberkülozlu bir devlet memuruyla: bu adam da böceğe dönüşen pazarlamacılardan, sebebi hiçbir zaman öğrenilemeyen davalardan, kimsenin girmeye cesaret edemediği şatolardan bahsetmektedir. sonra sürekli viski içen bir adam çıkagelir; annelerinin cenazesini memleketine gömmeye götüren güneyli bir aileden bahseder. bu üç adamın anlattıklarını pür dikkat dinlemekte olan okuru gören başka başkaları da toplanır başına. onlar da anlatmaya çalışır kendilerini. kimi afrikada izini kaybettirmiş fildişi tüccarlarından, kimi yürekburgusundan, kimi de göğü yırtan makinelerden bahseder. biri diğerini çağırır. diğeri öbürünü çağırır. sonunda okur hiçbir zaman yarıp içinden çıkamayacağı bir güruhun içinde bulur kendini..
ve onları dinledikten sonra kolay kolay hayata dönemez. herşey yavan gelir. herşey anlamsız... bakar ama göremez. dinler ama duyamaz. karnı ağrır. beyni uyuşur. ilaç alır fayda etmez. uyumaya çalışır uyuyamaz. kendisinden başka kimsenin göremediği şeyler görmeye başlar. bu gördüklerini, nafile, birilerine anlatmaya çabalar. anlatamaz.
sonunda bir kalem ve temiz bir kağıt alır eline...
kişi elbette düşünür bu eylem sırasında, ama asla zihinsel sınırlarını zorlamaya çalışmaz. okuma eylemi bittikten sonra kolaylıkla günlük alışkanlıklarına döner... tv'yi açar, nete girer, kıçını kaşır, telefon eder. şanslı olanlar için hayat böyle sürer. şansız olanlar ise her yeni okumada biraz daha fazla çaba sarfetmek zorunda kalırlar. çünkü hayatlarında bir fırtına gibi esen tatminsizlik, oraya da el atmıştır. hep "daha gerçek olanı" arama isteği bir tutkuya dönüşmüştür. iyi kötü bir dolu yazı arasında bata çıka ilerlerler. "zahmetsizlik" yavaş yavaş zahmete dönüşür.
burada talih bir kere daha güler bazılarına. bu ademoğulları yarı aydınlanmış eksik ama mutlu insanlar olarak yaşamlarına devam ederler. okuduktan sonra yine kıçlarını kaşır, yine tv seyrederler; ama beyinlerinin bir köşesinde kısa sürede olsa bir kaç soru işareti kalır. sonra izlemeye değer bir program bulunduğunda onlar da uçar gider...
talihin gülmediği zavallılar içinse yolculuk yeni başlamaktadır.
önce bir "kumarbaz" la tanışılır. bu adam parasız kaldığı için ev sahibesini nacakla doğrayan bir öğrenciden, karaciğeri hasta bir toplum düşmanından bahsetmektedir. sonra tüberkülozlu bir devlet memuruyla: bu adam da böceğe dönüşen pazarlamacılardan, sebebi hiçbir zaman öğrenilemeyen davalardan, kimsenin girmeye cesaret edemediği şatolardan bahsetmektedir. sonra sürekli viski içen bir adam çıkagelir; annelerinin cenazesini memleketine gömmeye götüren güneyli bir aileden bahseder. bu üç adamın anlattıklarını pür dikkat dinlemekte olan okuru gören başka başkaları da toplanır başına. onlar da anlatmaya çalışır kendilerini. kimi afrikada izini kaybettirmiş fildişi tüccarlarından, kimi yürekburgusundan, kimi de göğü yırtan makinelerden bahseder. biri diğerini çağırır. diğeri öbürünü çağırır. sonunda okur hiçbir zaman yarıp içinden çıkamayacağı bir güruhun içinde bulur kendini..
ve onları dinledikten sonra kolay kolay hayata dönemez. herşey yavan gelir. herşey anlamsız... bakar ama göremez. dinler ama duyamaz. karnı ağrır. beyni uyuşur. ilaç alır fayda etmez. uyumaya çalışır uyuyamaz. kendisinden başka kimsenin göremediği şeyler görmeye başlar. bu gördüklerini, nafile, birilerine anlatmaya çabalar. anlatamaz.
sonunda bir kalem ve temiz bir kağıt alır eline...
2 yorum:
Hmmm...gayet muazzam anlatılmış fakat yazıda "yürek burgusu" geciyordu sanırım.Ben de bi tane var daha okumadım kimbilir kimden geldi...İsteyene gonderirim...
...o yürekburgusu değil de "karanlığın yüreğiydi" inci tanem. kalsın sende. hatıram olsun. 30-35 yaşında belki bir gün gözüne çarpar, okumaya başlarsın.
Yorum Gönder