23 Aralık 2010 Perşembe

...



Bu kanepede ve günün tam o anında uzanıp kitap okumak istiyorum. Ha, bir de yanımda "o" da olsun...

Aslında kanepeye de o ana da gerek yok; yanımda sadece "o" olsun yeter.



10 Aralık 2010 Cuma

insanı gülümseten bir fotoğraf çekebilmek #2




pulp



Gazetecilerin kirli raflarındaki bu ucuz dedektiflik roman/fotoromanlarının koca bir "kültür" yaratacağını, çizgi roman ve sinemada (film noir kavramı) devrim yaratacağını kim tahmin edebilirdi?


leon



cem dizdar: beşiktaş - bursaspor maçı



Ülkenin en donanımlı en açık görüşlü spor yazarıdır bu abimiz. Tribünün, semtin ta içinden gelir; harbiliği ve yazılarındaki kalbur üstü tespitleriyle bizdeki yeri çok ayrıdır nitekim. Bugün yine kafa açıcı bir yazı kaleme almış:

Yasaya mı ihtiyaç var?

Beşiktaş - Bursa maçı öncesi çıkan olayların ardından ‘sporda şiddet yasası’ kampanyası için gaza köklendi. Hani dersiniz, bir şeyi kağıda yazıp, hâkim önüne koyunca meseleler şıp diye çözülüyor. Oysa yönetici kadronun elinde işlerine yarayacak yasalar var. Kullanıyorlar mı? Hayır... Adam elinde kasatura stat kapısında birilerini bıçaklamış. Suç açık değil mi? Yani şimdi bir başkası birini miting alanında ya da birahanede bıçaklasa... O kişiyi yargılamak için ‘mitingde şiddet’ ya da ‘birahanede şiddet’ yasası mı gerekiyor? Suç içeren bir olaya karışanlar için ekstra bir yasaya mı ihtiyaç var?

Peki ya gerçek neden?
Sürekli “Şiddet yasası çıkarıyoruz” nidalarının ardındaki temel gerekçe bambaşkadır. Aslında vatandaşa denmektedir ki; “Devlet soluğunu istediği zaman ensene üfler. Adamım, bunu aklından çıkarma!” Oysa yasa yapmak bir konsensüstür... Tarafların, güçlerin, karşıt olanların hepsini ilgilendirir, içerir. Stada onca zor koşulda uzak semtlerden gelen yoksul taraftarların taleplerinin... Yolda çektikleri sıkıntıların... İçeri girerken gördükleri ezanın, cefanın... Çıktıktan sonra evlerine nasıl gideceklerinin o yasa içerisinde yeri yoktur! O yasa ‘eşitsizlikle’ ilgili bir şey içermez, tek meselesi ‘güvenliktir.’ Tamam da kimin güvenliği ve kime karşı güvenlik?

Bu ülke çakmak ya da emeği ile kazandığı bozuk parası cebinde olduğu için stat kapısında suçlu muamelesi gören insanların ülkesidir. Bu ülkenin insanı şakır şakır yağmur yağarken stada şemsiyeyle gelemeyen birisidir. Yasayı neden mi bu kadar çok istiyorlar? Çünkü temel amaç, tebaaya bir kez daha boyun eğdirmek ve devletin gücünü bir kez daha göstermektir. “Sizi biz yönetiyoruz haaa, unutmayın” demek içindir... Ve onun için muktedirin gözü kalabalık içinde hep eli satırlı birilerini arar. Nedeni de, ‘suçlu’ üzerinden otoritesi için meşruiyet arayışıdır... Oysa ‘satırlı saldırı’ zaten suçtur ve bir cezası da vardır. Bütün mesele bunu uygulamaktır...

Şimdi okuyun... Futbol Federasyonu Başkanvekili Lutfi Arıboğan diyor ki; “İnönü’de yaşananlar inanılır gibi değildi. Polisin ele geçirdiği satır ve bıçakları gördüm. Böyle bir ortama çocuğumu yollamam...”

Örnek bir yönetici!
Şimdi bu sözlerin neresini tutalım. Televizyonlar, gazeteler stat önlerinde yakalanan satırı, bıçağı, döner bıçağını yıllardır gösterir. İlk kez mi yakalanıyor bunlar? Bir yönetici olarak bu saldırı aletlerini ilk kez mi görmüş ki, gözlerine inanmıyor Arıboğan! Eğer “İlk kez görüyorum” diyorsa zaten o koltuğu boşaltması gerekmiyor mu? Çünkü bu sözlerin altında, olan bitenden haberi olmayan birilerinin futbolu yönettiği itirafı yatmıyor mu aynı zamanda? Yani biri dese ki; “Böyle yöneticiye böyle fanatik...” Adam haksızlık mı etmiş olur? Yasa çıksın çıkmasına da bunu oturup maça gidenlerle konuşmak, ne getirip ne götüreceğini tartışmak yok mu? Yine ‘Ben yaptım oldu’ya mı geliyoruz yoksa?..

Unutulmasın ki yönetici sınıf her zaman ‘ekstra güç’ peşindedir. Ama derler ki; “Bir ülkenin türkülerini yakanlar, yasalarını yapanlardan hep daha güçlüdür.”

Uçan balon futbolu
Toplam hacminin yaklaşık 784 milyon euro olduğu iddia edilen ‘Türkiye Süper Ligi’, Avrupa sıralamasında 17. sırada. Peki, şu halde yönetenlerin iddia ettiği kadar futbol üzerinde bu kadar ‘toz kaldırmaya’ değer mi sizce? Belli ki bu ülkenin futbolunu yöneten akılda ciddi sorunlar var. Bütün hafta gazetelerde, televizyonlarda kıyamet kopuyor ancak Avrupa’da yoluna devam eden tek takımı var ülkenin. Milli takım ise belli belirsiz, düşe kalka gidiyor. Öte yandan “Ekonomimiz roket gibi yükseliyor” diye nutuklar atılıyor suratımıza. Ama bakıyoruz ki, memleketin yarı ekonomik değerinde bile olmayan ülkelerin takımları almış başını gitmiş. Yani memleket yine kendi kendine efeleniyor, kendi kendine hava atıp duruyor. Yine birileri birilerinin gözünü boyuyor. Bir yalandır gidiyor... Birçok yerde birçok yanlış sürüyor ama ‘hayal balonu’ da nazlı nazlı uçmaya devam ediyor. Bakalım nerede patlayacak!

Benim iki maç param ne olacak?
İnönü’de olmayı çok istememe rağmen İzmir’den çıktığım yolda radyodan dinlemek zorunda kaldığım Beşiktaş-Bursa maçı öncesi çıkan olaylar nedeniyle yine ben cezalandırıldım. Olayların ardından Beşiktaş ve Bursaspor iki maç seyircisiz oynama cezasına çarptırıldı. Üstelik Beşiktaş katmerli cezalandırıldı, o iki maçı da tarafsız sahada oynayacak. Şimdi sorarım, suç şahsi değil miydi ve bana kombine satıp parayı peşin almamışlar mıydı? Öğreniyoruz ki suçlular tutuklanmış. Buna rağmen statlar iki maç kapatılınca ben ve benim durumumda olan ‘suça bulaşmamış’ taraftarlar cezalandırılmış olmuyor mu?

İnönü iki maç kapatıldığı için, Beşiktaş Kulübü ve benim aldığım kombine biletten katkı payı Ama biliyorum ki bunu talep edince, “Yasalar elimizi kolumuzu bağlıyor ama dava açabilirsiniz” diyecekler. Yani benim iyiliğim için çıkartıldığı iddia edilen yasalar, benim için uzun, meşakkatli ve masraflı bir sürece dönüşecek. Yapmazsam sonra da karşıma geçip, “Vatandaşsın hakkını aramayı bileceksin” diye akıl verecekler, değil mi? Konu açılmışken biraz daha ileri gideyim... Kombine bileti olmasa bile ‘suça bulaşmamış’ bir Bursa taraftarının şehrinde oynanacak maça biletini alıp gidememesi hangi hukukla açıklanır? Devlet her canı istediğinde vatandaşını ciddi anlamda haklı dayanağı olmadan cezalandırırsa burada hukuktan, adaletten kim bahsedebilir? ya da vergi alan hangi kurum varsa artık bana iki bilet parası borçları var. Çünkü izleyemediğim maç için peşin para aldılar ve bunu da kullandılar.


http://fataliyev.blogspot.com/

9 Aralık 2010 Perşembe

insanı gülümseten bir fotoğraf çekebilmek


...zordur, evet. Ama böyle harika işler çıkar ortaya.


http://fataliyev.blogspot.com/

3 Aralık 2010 Cuma

26 Kasım 2010 Cuma

volkswagen golf gti reklamı - 2005

Arabaları severim, reklamları sevmem. Bu konuda tavrım net. Ama elbette benim de, ardındaki yaratıcı ekibi "takdir ettiğim" reklamlar olmuştur. Bunların başında da Volkswagen'in 2005 yılında piyasaya sürdüğü Golf Mk5'in, hız-güç-performans odaklı spor modeli Gti için yaptığı reklam serisi geliyor.

Tv'de dönen reklamlarını hatırlayanlar olacaktır: eski 8 mm ev kamerasıyla 70'li yıllarda çekilmiş gibi duran, fırlama bir erkek çocuğunun görüntülerinden oluşuyordu. Çocuk, 20'li 30'lu yaşlardaki "asi" bir delikanlının yaşam tarzının ön hazırlıklarını yapıyordu adeta. Reklam kampanyası sırasında gazete, dergi, internet sitelerinde kullanılan fotoğraflar da bunlar:









Şimdi ben bu reklamı neden seviyorum? Kimilerine göre seksist, buram buram testosteron kokan bir reklam bu. Ama çok fırlama, komik; izleyen/gören herkesi gülümsetiyor. Görsel olarak harika bir retro iş çıkarmışlar. Müthiş. Sloganı dahi müthiş: "for boys who were always men" Yıllar geçse unutmayacağım bir fenomen benim için...

Ha, bu arada reklam kampanyasının ardındaki yaratıcı güç, o zamanlar 28 yaşında olan Ulrich Lutzenkirchen adında bir Alman. Küçük bir araştırma sonucu bloguna da ulaştım beyefendinin. Buradan bakabilirsiniz.



21 Kasım 2010 Pazar

...




8 Kasım 2010 Pazartesi

fevkalade hizmet #7 : the xx



Indie müzik yapıyorlar diye geçiştirmek istemiyorum; bu genç arkadaşlar ile ilgili şöyle net bir yorum yapayım: iyiler gerçekten iyiler. Elbette daha çok yeniler, ama iyiler. "Gece" şarkılarını sevenler bir şans versin derim.

Grup, Q dergisinin 2009 müzik ödüllerinde de best new act ve best track dallarında aday gösterildi bu arada...



5 Kasım 2010 Cuma

wtf?



21 Ekim 2010 Perşembe

20 Ekim 2010 Çarşamba

yokluk



ben yokluğu yalnız bende sanırdım
meğerse ne yokluk çekenler varmış
derdimi herkesten fazla sanırdım
yoklukla yaşarken ölenler varmış

ey gönlüm sen benden neler istiyorsun
mutluluk yetinmektir bunu bilmiyorsun
neden şu haline şükür etmiyorsun
isyan ediyorsun

görmedin mi dünya hırsın kurbanıdır
sen de mi hırsına mağlup oluyorsun
dünya gurbetinde birer misafiriz
doğarken ne getirdin ne götürüyorsun

mutluluk hırstan uzak olabilmektir
mutluluk bir gönülde bir aşk demektir
ömrün ilk adımları sevgiyle başlar
mutluluk nefret değil sevebilmektir

hasret benim dert benim
şu susmayan can benim
derde öyle alıştım ki
sanki ben dert, dert benim

sus gönlüm sus artık
dertsiz ömür olmaz
herşeye çare var
ecele bulunmaz

doğacak ümidi henüz kaybetmedin
kaybolan ümitlere bağlanıp kalınmaz
dünya gurbet yeri bizler misafiriz
bir yaranın acısı, acıyla sarılmaz

___________________________


Gerek zamanının ötesinde müziği, gerek alabildiğine derin sözleriyle varoluşçu bir aydınlanmanın şarkısıdır "Yokluk". Orhan Gencebay'ın yazdığı en güzel şarkılardan da biridir gözümde.

15 Ekim 2010 Cuma

fevkalade hizmet #6 : underground orhan gencebay klasikleri



Kendi tabiriyle "998'de" ve dört yıl sonra , 2002'de çıkan Orhan Gencebay Klasikleri'nde, Orhan Baba'nın hemen herkes tarafından bilinen 50'ye yakın şarkısı var. İyi rakam değil mi? Ama onca şarkı, Orhan Gencebay'ı tam olarak ifade etmiyor kanımca. Üstadın daha öyle güzel, öyle farklı şarkıları var ki...

Geçenlerde ofisten Serdar Abi'yle (çok sıkı bir Orhancıdır) Orhan Gencebay konuşurken, aklımıza underground bir klasikler albümü oluşturmak geldi. Epey düşündük, taşındık, tartıştık ve aşağıdaki listeyi hazırladık. Bu listedeki şarkıların bir kısmı, babanın eski takipçileri ile onun tüm şarkılarını hatmedip özüne inebilmiş şanslı insanlar tarafından bilinir. Bir kısmı da burun kıvrılıp klasikler arasına alınmaya tenezzül edilmeyen, kıymeti bilinmemiş şarkılardır. O yüzden underground dedik:


1. Nereden bileceksin
2. Hayat kavgası
3. Beni biraz anlasaydın
4. Kara çalı
5. Dokunma
6. İç benim için
7. Aşk değil
8. Sendin
9. Seven bir pişman
10. O benim
11. İlk göz ağrım
12. Sev dedi gözlerim
13. Ya evde yoksan
14. Bağrımda bir ateş
15. Sevecekmiş gibisin
16. Yokluk
17. Gitme
18. En büyük sır
19. Aklım takıldı
20. Sen hayatsın ben ömür
21. Sevmenin zamanı yok
22. Seveceksin
23. Nerede
24. Severek ayrılalım
25. Akma gözlerimden



16 Eylül 2010 Perşembe

feels like...




http://fataliyev.blogspot.com/

15 Eylül 2010 Çarşamba

14 Eylül 2010 Salı

sadri alışık



Güzel adamdı rahmetli. Filmleri, hayata karşı tavrı, yarattığı karakterler güzeldi. Biyografisi de yaşadığı hayat kadar güzel; şiir gibi...


8 Eylül 2010 Çarşamba

7 Eylül 2010 Salı

depeche mode



i feel you
your precious soul,
and i am whole



http://fataliyev.blogspot.com/

26 Ağustos 2010 Perşembe

porcupine tree


no time to forget this
world's in your eyes
sway in the cloud blur
and light up the sky

cast off the colour
and tune into black
the moon touches your shoulder
and brings the day back


http://fataliyev.blogspot.com/

19 Ağustos 2010 Perşembe

nick cave #2


i don't believe in an interventionist god
but i know darling that you do
but if i did, i would kneel down and ask him
not to intervene when it came to you
well not to touch a hair on your head
leave you as you are
if he felt he had to direct you
then direct you into my arms


http://fataliyev.blogspot.com/

11 Ağustos 2010 Çarşamba

nick cave



speak our secret into your hands
and hold it in between
plunge your hands into the water
and drown it in the sea
there will be nothing between us, baby
but the air that we breathe
don’t cry
it’s a wonderful, wonderful life
if you can find it
if you can find it
if you can find it
it’s a wonderful life that you bring
it’s a wonderful, wonderful thing

http://fataliyev.blogspot.com/

30 Temmuz 2010 Cuma

robert smith


and so we watch the sun come up
from the edge of the deep green sea
and she listens like her head's on fire
like she wants to believe in me
so i try
put your hands in the sky
surrender
remember
we'll be here forever
and we'll never say goodbye...




15 Temmuz 2010 Perşembe

easy rider






Billy - “We can't even get into a second-rate hotel. l mean, a second-rate motel, you dig? They think we'd cut their throat. They're scared.”

G. Hanson - “They're not scared of you. They're scared of what you represent to them.”

Billy - “All we represent to them is somebody who needs a haircut.”

G. Hanson - “Oh, no. What you represent to them is freedom. Freedom's what it's all about. But talking about it and being it that's two different things. lt's real hard to be free when you are bought and sold in the marketplace.

Don't tell anybody that they're not free, because they'll get busy killing and maiming to prove to you that they are. They're going to talk to you and talk to you about individual freedom. But they see a free individual, it's going to scare them. Well, it don't make them running scared. lt makes them dangerous.”


http://fataliyev.blogspot.com/

1 Temmuz 2010 Perşembe

u.s.a. dünya kupasından elenince


Bütün alem biliyor kimin/neyin salak olduğunu koçlar; hiç kasmayın. Siz "biberlemeye" devam edin. "Biberleyelim Co!" teallaaam...

30 Haziran 2010 Çarşamba

the king



kağıt kesiği




sonisphere (yorumsuz)



24 Haziran 2010 Perşembe

sonisphere 2010 istanbul


Eski günlerin hatırına cuma-cumartesi-pazar İnönü'deyiz... Evet.

Bu fotoğrafın yazısı bu olmamalıydı farkındayım ama ne anlatayım işte, big 4'u izlemeye gidiyorum. Bu da mı gol değil?

Ha bu arada, Metallica for whom the bell tolls'u çalmazsa çocuğumu keserim.

21 Haziran 2010 Pazartesi

göztepe 85 yaşında

16 Haziran 2010 Çarşamba

dünya kupası

Dört senelik bekleyişin ardından "48 ayın sultanı"na kavuştuk yine. Güney Afrika 2010 şahane bir şov, rengarenk tribünler ve boru sesi "vu"(vuzela) ile açıldı; Trt Çilegahı'nın küflenmiş spikerleri ve Ömer Üründül'ün eşliğinde kahredici sıkıcılıktaki beraberlik maçları ile devam ediyor. Hiç mühim değil; grup maçları sonrası futbola doyacağız elbet.

Turnuvayı iyi okumak lazım. Hele bizim gibi evinde izleyen ülkeler için. Bu turnuva, katılabilmenin bile onur olduğu bir organizasyon. Tüm dünya katılımcı ülkelerin takımlarını, taraftarlarını izliyor. Bu olimpik ruh ile bakıldığında kupayı kimin kazandığının gerçekten pek önemi yok. Dolayısıyla "Yea Honduras gibi takım var biz yokuz" gibi yorumlar pek sığ duruyor benim gözümde.

Avrupa grupları kuşkusuz eleme gruplarının en çetinleridir her zaman. Grup lideri olmak yada play off' ile son bileti almak için dünyanın en iyi takımlarını geçebilmek gerekiyor. Biz bunu bu sene de yapamadık. Umarım 2014'te başarır ve Brezilya'ya gideriz.

Ha bu arada, kalbim de ruhum da Arjantin ve yaşayan efsaneleri D10S ile...



http://fataliyev.blogspot.com/