11 Şubat 2010 Perşembe

bill murray


Filmlerde küçük rollerde (cameo) göründüğünde bile fark yaratıp adından söz ettirebilecek yegane aktördür Bill Murray. Depresif, umursamaz, suskun, farklı ve komik karakterleri canlandırdığı rollerde kendi kişiliğinin farklı yönlerini ustalıkla oyunculuğa döker. Verdiği ani tepkilerin çoğu doğaçlamadır. Yaptığı esprilerin çoğu kendisine aittir. İzleyiciyi gülümsetmesi için ne zaman “susup öylece durması gerektiğini” bilecek kadar mesleğine hakimdir.


Bu acayip adamın kariyeri, 1977’de Chevy Chase’in ayrılışı sonrası Saturday Night Live’da çıkmasıyla başlar aslında. Bu meşhur şov’da üç yıl boyunca yetmiş küsur bölümde döktürür. “Tootsie”, “Where the Buffalo Roam” gibi filmlerde oynar. Daha sonra sırf “The Razor’s Edge” adlı senaryosunu kendi yazdığı ve başrol oynadığı filmi çekebilmek için Columbia Pictures’ın Ghostbusters’da oynama şartını kabul eder. Ghostbusters ile dünyanın tanıdığı bir oyuncu olur. Altın Küre adaylığı yakalar.


The Razor’s Edge ise her açıdan bir başarısızlık olur onun için. Aynı yıl içinde hem müthiş bir başarı hem de büyük bir hüsran yaşayan Murray ortadan kaybolur. Şan şöhrete pek hevesli bir adam değildir; sıkıntılıdır. Sadece “istediği” işleri yapmak ister hep. Dört yıl boyunca Sorbonne’da felsefe ve tarih okur. Vaktinin büyük çoğunluğunu Cinémathèque française’de geçirir. Bu süre boyunca “Little Shop of Horros”daki küçük rolü hariç herhangi bir filmde rol almaz.


90’lı yılları, Bill Murray için iki müthiş komedi filmi ile özetleyebiliriz sanırım: “What about Bob?” ve “Groundhog Day”. Bu filmlerde canlandırdığı iki farklı “kendine has” karakterle sadık izleyici kitlesini yaratır. Çünkü o tek başına mizah akımı yaratan bir dahidir.


90’lı yılların sonunda tanıştığı Wes Anderson’ın yönetmenliğinde Rushmore, The Royal Tenenbaums ve Life Aquatic with Steve Zissou’da oynar. Yönetmenin farklı anlatım dili ile oldukça örtüşen oyunculuğuyla bu filmleri “adam eder”. 2000’li yıllarda ayrıca Jim Jarmush’un iki güzel filmi “Coffee and Cigarettes” ve “Broken Flowers”da da oynar. Hatta “Broken Flowers”da adeta şov yapar. Ama 2000’li yıllar onun için Lost in Translation’dır. Sofia Coppola’nın bu filminde canlandırdığı Bob Harris karakteri ile Altın Küre’yi kapar. Bir de Oscar adaylığı yakalar.


6 çocuklu bu acayip adamın kariyeri boyunca hiç menajeri olmamıştır. Kendisine ulaşmak isteyen yönetmen ve prodüktörler tek bir telefon numarasını arayıp dururlar. O numara da bir telesekreter mesajı ile açılır. Ve Murray, telesekreterini kırk yılın başı kontrol eden bir gamsızdır. Bu yüzden bir sürü önemli filmde oynama şansını kaçırmıştır. Ama bu durum çok afedersiniz onun sikinde bile değildir. Çünkü o sinema aleminin gördüğü en değişik, en başıbozuk aktördür. Bill Murray ayrıca sinemanın en kadri kıymeti bilinmemiş adamıdır. Bu da sikinde değildir. O hayatına bakar. Arada film çevirir o hayattan bize de biraz verir.


Sofia Coppola, Lost in Translation ile ilgili yaptığı bir röportajda Bill Murray’yi rol için her gün aradığını ama onun tam bir ay sonra kendisine döndüğünü anlatır. Bir buluşma ayarlarlar ve Murray daha sonra buluşmayı iptal eder. Coppola Murray’yi tekrar aramaya başlar fakat bu kez hiç ulaşamaz. Sonunda Murray ile aynı muhitte oturan Al Pacino’yu utana sıkıla arayıp şöyle der “Şey, Bill Murray’i tanıyor musunuz? Ben bir senaryo üzerinde çalışıyorum fakat ona bir türlü ulaşamıyorum...”


http://fataliyev.blogspot.com/


4 yorum:

SirEvo dedi ki...

FD'de görüp zıpladım hemen. :)

Yazı için ellerine sağlık diyorum. Akıcı bir şekilde okudum, hemen bitti ama :)
Groundhog Day filmini yazdıydım ben de blogta ama şu What About Bob'u senden duydum. Malum eski filmlerden bihaberiz. Hemen aldım listeme, bir ara indirip izlerim artık.
Tekrardan teşekkürler, iyi günler. :))

fataliyev dedi ki...

Rica ederim; maksat hizmet :] Olabildiğince çok insan bu deli adamın filmlerini izlesin istiyorum.

What about Bob? çok iyidir. Murray'ye hem güler hem de sinir olursun izlerken.

SirEvo dedi ki...

Zaten en son Zombieland'de cameosu vardı izlediysen. Umarım izlemişsindir, yoksa spoiler vermiş olup üzülürüm. İşte o cameoda bile kendini farkettiriyor adam yav, severim keratayı. :D

Unknown dedi ki...

yazını okuduktan sonra "Groundhog day"i izledim az önce. çok teşekkür ederim)